Sinema

Mimari şölen sahnesinde assolist Yerebatan Sarnıcı

“Inferno”, ünlü yazar Dan Brown’ın aynı adlı romanından Rom Howard’ın yazıp yöneterek uyarladığı 2016 yapımı bir suç ve gerilim filmidir.

“Inferno”, ünlü yazar Dan Brown’ın aynı adlı romanından Rom Howard’ın yazıp yöneterek uyarladığı 2016 yapımı bir suç ve gerilim filmidir. Film, Harvard Üniversitesi’nde semboloji dersleri veren Profesör Robert Langdon’ın (Tom Hanks) Floransa, İtalya’da son birkaç gününü unutmuş bir şekilde uyanmasıyla başlıyor. Langdon, hatırladığı kısa görüntülerin ne olduğunu ve Floransa’ya nasıl geldiğini hatırlayamıyor. Ancak yakın zamanda kendi hayatını tehdit eden bir dizi gizemli olay içinde buluyor kendisini. Uyandığında tanıştığı Doktor Sienna’nın (Felicity Jones) kendisine yardım etmesiyle ona güveniyor ve birlikte peşlerindeki kişilerden kaçarken kimin dost kimin düşman olduğunu çözmeye çalışıyorlar.

İkilinin karşısında, dünya nüfusunun kontrolsüz bir şekilde çoğaldığını ve doğaya zarar verdiğini, bu sebeple de insanlığın yarısının ölmesi gerektiğini savunan bilim adamı Bertrand Zobrist’i (Ben Foster) görüyoruz. Zobrist’in insan ırkının hızlı çoğalması ve bunun zararları hakkında konuşup bilimsel bir yolla toplu katliamın (virüs yayarak) dünyanın düzeni için gerekli olduğunu anlattığı sahne birçok sosyal medyada filmin en bilindik sahnelerinden oldu. Özellikle filmden 3 yıl sonra yaşadığımız pandemi döneminde sosyal medyada paylaşılarak yaşadığımız şeyin bu filmdeki gibi bir durum olup olmadığı konuşuldu.

Bu süreçte, Interpol ajanları ve WHO başkanı Elizabeth Sinskey (Sidse Babett Knudsen) da olaylara dahil olmasıyla hem yayılacak virüsü bulmasını sağlayacak şifreleri çözmeye çalışırken hafıza kaybı sebebiyle kime güvenebileceğini bilemeyen Longdon ile birlikten bizim de kafamızın karıştığı zamanlar oldu.

Önceki Dan Brown uyarlamaları gibi, filmde; bilim, tarih ve sanatın iç içe geçen bir ilgi çekici konusu ile dikkatimizi çekiyor. Serinin önceki iki filmi olan “Da Vinci Şifresi” ve “Melekler ve Şeytanlar” kadar hasılat yapamamıştır. Buna rağmen konudan daha çok çekim tekniklerinin ve mekanlarının konuya uygunluğu ile izlemeye değer. Diğer filmlerden daha önde olduğu konu kesinlikle dünyanın birçok yerinden en göz alıcı, en sanatsal mekanları bu filmlerde görüyor olmamız. Floransa, Venedik ve İstanbul gibi tarihi ve kültürel zenginlikleri içeren Avrupa şehirlerinin muhteşem manzaralarını sunuyor. Kamera çalışmaları ve üretim tasarımı sayesinde, bu şehirlerin büyüleyici atmosferine tam anlamıyla kapılıyoruz. Ayrıca Hans Zimmer tarafından en iyi şekilde hazırlanan film müziği, sahneleri daha da etkileyici hale getiriyor. Sahneler arası geçişler, müzik ve efektlerin uyumu, mekanların detaylı ve derinlikli olması ekrana kitlenmemizi sağlıyor.

Filmde en çok dikkat çeken mekanlar; Palazzo Vecchi, Boboli Bahçeleri, St. Mark’s Basilica ve Yerebatan Sarnıcı sayılabilir. Bu kadar dikkat çekici, üzerine sayfalarca mimarisi için yazı yazılabilecek yerler arasından birini seçmek zor olsa da filmin konusu bakımından Yerebatan Sarnıcı ön plana çıkıyor. Zobrist’in planladığı nüfus azaltma projesi olan virüsü; tüm dünyaya daha hızlı yayılabilmesi için hem merkezi hem de nüfusu kalabalık ve turistik bir şehir olan İstanbul’a, Yerebatan Sarnıcı’na yerleştiriyor. Mimari şölen sunan bu filmde assolist görevi gören mekân hakkında yazmazsam olmazdı.

Bizans İmparatorluğu döneminde inşa edilmiş ve İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılmıştır. Yapıldığı tarih kesin olarak bilinmese de M.S. 500 – 550 yılları arasında, Bizans imparatoru I. Justinian’ın emri üzerine inşa edilmiş. Sarnıç, yağmurla korunma sularının depolanması ve kurak dönemlerde su kaynaklarının korunması amacıyla inşa edilmiştir. Yaklaşık olarak 138 x 64,6 metre boyutlarındadır ve 9.800 metrekarelik bir alan kaplar. Bu büyüklükte, 100.000 tonluk suyun bulundurma kapasitesine imkân tanır. Bu dev sarnıcın içine 52 basamaklı taş bir merdiven inerek ulaşılıyor. Sarnıç, toplamda 336 sütun ile desteklenir ve bu sütunlar arasında dolaşım sağlayan sudan yüksekte yollar vardı. Bu sütunlar, Sarnıç inşaat edilirken farklı yapıların yıkıntısından alınarak geri dönüşüm olarak kullanılmış olabilir. Bu nedenle de sütunların bir kısmı Dorik mimari estetiğini yansıtırken, diğer kısmı ise Korint mimari estetiğini yansıtıyor. Sarnıcın tavanı tonozlu kubbelerle örtülüdür. Yerebatan Sarnıcı’nın içi, sakin bir atmosfer yaratmak için aydınlatma, su yansımaları ve yansıma gibi özellikleriyle dikkat çekiyor. Sarnıcın bazı bölümleri güncel aydınlatma ile özel olarak vurgulanmıştır. Ayrıca sarnıcın sütunlarında ve duvarlarında zaman içinde bulunan çeşitli işaretler ve desenler bulunmaktadır. Sarnıcın girişinin sağ tarafındaki sütunun başlığındaki Medusa heykeli ters olarak, sol tarafındaki sütunun başlığında ise yan olarak yerleştirilmiştir. Medusa; Yunan mitolojisinde, lanetlendiği için saçları yılanlardan oluşan, göz göze geldiği kişileri taşa çevirmesi ile tanınır. Bu özelliğinden ötürü sarnıcın içerisinde koruyucu olarak kullanıldığı düşünülüyor. Yerebatan Sarnıcı’ndaki Medusa heykelleri, sadece tarihi bir yapıya görsel bir cazibe katmakla kalmıyor, aynı zamanda dönemin kültürel ve mitolojik inançlarını da yansıtıyor.

Bizans döneminde yapılan ve kullanılan yapı Osmanlı Devleti’nin İstanbul’u keşfinden sonra bir süre varlığından haberdar olunmadığı için kullanılamamıştır. Yıllar sonra yerel balıkçılar tarafından keşfedilen sarnıç Osmanlı döneminde de bir süre kullanılmış. Osmanlı halkının çoğunluğunun inanışı olan İslam’da durgun suyun kullanılmaması gerektiğinden kendi inanışlarına uygun alt yapı sistemi oluşturulmasıyla Sarnıç hemen hemen unutulmuş. Ta ki 1500 yılı civarında Bizans İmparatorluğu’ndan kalanları araştırmak için keşfe çıkan Petrus Gyllius’un İstanbul’u ziyaretine kadar.

Osmanlı Devleti döneminde ilk onarım 1723 yılında, III. Ahmet döneminde, Mimar Kayserili Mehmet Ağa tarafından gerçekleştiriliyor. Sultan II. Abdülhamid döneminde ikinci restorasyon ve bakım çalışması yapılıyor.

Yıllara meydan okuyan bu tarihi yapı 1987 ve 1994 yıllarında İstanbul belediyesi tarafından yeniden bakıma alınıyor. İstanbul belediyesi bakım çalışması yapmakla kalmayıp gezi platformu ekleyerek turistik bir alana çeviriyor. 2017 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesinin başlattığı ve 2022 Temmuz ayında biten çalışma ile son halini alıyor. Bu son tadilatın bitimi ile birçok sosyal medya içerik üreticini dikkatini çekti ve sosyal medya da gezi önerileri veren sayfalar arasında popüler olarak akım haline geldi.

Cansu Aktürk / info@refleksif.com

Exit mobile version